Sunum
Bu seride sunulacak olan anarşist parti modeli ne siyasi teori, ne radikal siyasi teori ve hatta ne de sol gelenek için başlı başına yeni bir icat değildir. Eğer bu tema hakkındaki çalışmalar az biliniyorsa (ya da yeniymiş veya yokmuş gibi görünüyorsa), eğer bu tarz bir siyasi örgütlenme formatı şimdiye kadar çalışma konusu olmadıysa (ya da özyönetim ve doğrudan demokrasi için bir parti modeli olarak tanınmamışsa) bunun nedeni hem akademik ana akım içerisindeki 1939 sonrası klasik anarşizmin yenilgisinden çekilen sıkıntılar, hem de sol cenahtaki, akademik spektrumdaki ve ana akım medyadaki tartışmaların eksikliğidir. Bu model, özellikle belli bir ideolojik-doktriner (kadro partisi olarak da bilinen) külliyata sahip siyasi örgütlerin içerisindeki militanları içermektedir. Model, bir kitle çağrısı olmadığı için açık ilişkilerin olmadığı ve bağlılığın grubun içerisine girdikçe arttığı siyasi kadrolardan oluşan bir üyelik formatına sahiptir (Bakunin’e bakınız). Bu yöntem, tarih boyunca, her biri anarşist partinin (spesifik olarak federasyon) tanımı ile aynı şey olan, organisizm, platformizm ve spesifizm gibi tanımlamalar kazanmıştır.
Parti Rolüne Giriş
Bu seri içerisinde sunulan sol liberter yelpaze ve perspektifler Latin Amerika’daki, özellikle de Brezilya’daki amaçlar, normatif motivasyonlar ve stratejik ilgiler için kullanılabilecek olası bir pratik zemini temsil ediyor. Ama öyle varsayıyoruz ki birbirimizi tanıdığımız sürece, siyasi gelişmenin imkanlılığı, Batı Kürdistan’daki gerçek deneyimler ve PKK şemsiyesi altında yer alan fikirler arasındaki iç tartışmalar sayesinde daha da kuvvetlenecektir. Bu parti misyonunun, bir ulus-devletin kurumsal gücünün bir parçası değil de yasal haklara (hem bireysel hem kolektif), özyönetime, doğrudan ve radikal demokrasiye dayalı ve endüstriyalizm ile piyasa merkezli bir ekonomiden olabildiğince uzakta bir toplum yaratmaya yardım etmek olduğunu görmek epey ilginçtir. Gerçek bir sosyal demokrasi perspektifi içinden formüle edilmiş hipotezler, siyasi azınlığın eylemlerinin, güç birikiminin ve uzun dönemli radikalleşmenin itici unsuru olduğu şeklindedir. Eğer bu basit varsayım ve tanımı karşılaştırırsak, bu perspektif ile 2011 yılında Abdullah Öcalan tarafından kaleme alınan şu yazı arasındaki benzerlikleri gözlemleyebiliriz:
“Aynı zamanda ulus devletler her türlü toplumsal gelişim için ciddi sorunlardır. Demokratik konfederalizm ezilen halkların buna karşı paradigmasıdır. Demokratik konfederalizm devletsiz bir toplumsal paradigmadır. Devlet tarafından kontrol edilmemektedir.” (PKK’nin İngilizce internet sitesinden)
Hiç kimsenin bu parti modelini misyonu bundan çok ayrı ayrıyken bir ulus devlet modeli dahilindeki kurumsal pozisyonlar için rekabet etmemekle eleştirmemesi gerektiği aşikar. Belli başlı ön koşulların her daim mevcut olduğunu varsayıyorum. Her “parti modeli”, koşulları modellemesini, parti örgütlenmesinin/siyasal örgütlenmenin sınırlarının çizildiği kuralları ve bu (yasal veya yasadışı) kurumun orta veya kısa dönemli hedefleri doğrultusunda izleyeceği yolu kapsar/içerir. Teorik olarak tutarlı olmak için test edilebilir modeller sunabilmek elbette gereklidir ama her şeyin ötesinde, asıl bu modellerin önerilen hipotezler ile uyum içerisinde olması gerekmektedir.
Özellikle ideolojik ve doktriner külliyata sahip militan siyasi örgütleri tartışıyorum. Ama öte yandan bu bir kitle örgütü olmadığı için örgüt, kadrolar içerisinde yapılandırılmakta, açık üyelik bulunmamakta, bağlılık seviyesi merkez gruplar içerisinde oluşmakta ve bağlılık seviyesi oy verme ve yapı içerisindeki kilit noktalara/mevkilere seçilme gücüne bağlı olarak artmaktadır. Bu kavram yanlış anlaşılmaya yol açmamalıdır. Ya da kimse bunu “iyi niyetin yegâne partisi” olarak anlamamalıdır, bunu, “parti kadrolarının ve yapılarının yatay ve eşitlikçi toplum esası üzerine kurulu yeni siyasi kurumlar oluşturmak için hizmete sunulacağı” olarak düşünmelidir. SSCB parti modelinin veya otoriter liderliğe, devlet-merkezciliğe ve endüstriyalizme dayalı çeşitlemelerinin iflası, diğer sol fikriyatı özeleştiri vermeye, maddi koşulların ahlak, ekoloji ve kardeşlik koşulları ile kol kola gittiğini tanımaya mecbur bırakmıştır. Sadece bu tarz bir davaya adanmış bir parti yapısı toplumsal projeleri besleyerek aynı 20. yüzyıldaki Latin Amerikan kitle-sendika mücadelesi veya günümüz KCK ya da özel olarak Rojava’daki TEV-DEM gibi uzun dönemli bir mücadele verebilir.
Bu Geleneğin Anarşizm İçerisindeki Türleri
Bu kısa makaleyi anarşist parti modeli tanımını hatırlatarak bitireceğim. Tamamen kapsayıcı olmasa da bu tarz bir örgütlülük genel olarak tipik bir anarşist ideoloji olarak kabul edilir: federal, kitle-dışı bir model. Klasik Leninist partilerde olduğu gibi öncü parti olmadığı sürece; tüm komünite tarafından sahiplenilen kitle mücadelesini güçlendirmekle, halk meclisleri aracılığı ile insanların kendi kaderlerine karar verebilmesini sağlamakla yükümlü olanlar parti kadrolarıdır. Bu parti üyeliği merkez gruplar aracılığı ve çoklu görevler alan militanların hazırlanması ile oluşmaktadır. Bu tarz bir modelin tarih boyunca birçok tanımı olmuştur ve her biri de anarşist parti modeli olarak tanımlanabilmektedir. Bu modelin, tarih boyunca organisizm, platformizm, spesifizm gibi özel tanımları olmuştur.
Bu birbirine çok uzak görünen iki geleneğin aslında ne kadar yakın olduğunu görmekten oldukça memnunum. Bu yakınlık PKK ve anarşist gelenek ile ilgili yapılacak basit bir okuma ile anlaşılabilecektir. Kürdistan’da, PKK tarafından yürütülen gelenek ve deneyim, karşılıklı olarak dünyadaki anarşist gelenekleri ve kendisini besleyebilir. Bu kısa makaleler serisinin mantığının arkasındaki ana güdü de işte bu olasılıktır.
19 Şubat 2015